28 Ocak 2008 Pazartesi

İlginçlikler kumpanyası





Sıcaklık eksi 8. Futbolcular koşuyor ama hakemde bir sorun var.. Nedenide..


Eksi sekiz derecede tam 25 dakika çorapla görev yaptı. Futbolcular koştu yan hakem Seçim Demirel, 'kaplumbağa misali' yürüdü.
Çabaladıkça kaydı, yere düştü. Yetişemedi pozisyonlara. Kala kaldı yerinde.. Tam 25 dakika böyle sürüp gitti. Ayyakabılarına isyan etti, çıkarıp 15 dakika çorapla koştu... Utandıran görüntülere 5 metre ötesindeki Erzurumspor kulübesi tanıklık etti. Takımın malzemecisi bu manzaraya dayanamadı ve hakame vidalı kramponlardan verdi. Peki bu ayıp kimin? Türk futboluna çağ atlatma adına yola çıkanlar bu fotoğrafa baksın ve utansın.. Erzurum gibi bir yerde vidalı kromponu ondan esirgeyen Futbol Federasyonunun utancı bu... Seçim derdine düşenler yayın ihalesinde D-Smart'a yol açma adına türlü kurnazlıklar peşinde koşanlar düşünsün.. Çok mu zordu bu ayakkabıyı temin etmek? Sıcak odalarında Türk futbolu hakkında ahkam kesenlere bu görüntüler ithaf olunur. Terim'e kesenin ağzını açanlar, futbolun alt yapısına hizmet edenlere simit parasını reva görüyor.. Çıplak ayak maç yönettiriyor.Donan buzlu çoraplar değildi elbette. Donan Federasyon itibarıydı, prestijiydi kendisiydi.. Asıl kayan ve yere düşen Ulusoy ve kurmaylarıydı..

Erkek beynini öldüren hormon!


Erkeklerin iktidarını yok eden ve beyin hücrelerini öldüren hormon...

ABD'li bilim adamlarının beyin hücreleri üzerinde yaptığı araştırma, erkeklik hormonu testosteronun azının iyi olduğunu, fazlasının tıpkı Alzheimer hastalığında olduğu gibi beyin hücrelerini öldürdüğünü ortaya çıkardı. Yale Üniversitesi'nden Barbara Ehrlich, testosteron hormonunun vücutta normal seviyede olmasının en ideali olduğunu belirterek bu bulgunun, vücutta testosterona dönüşen steroitler kullanan sporcularda intihar eğilimi ve saldırganlık gibi davranış değişikleri görülmesinin açıklanmasına yardımcı olabileceğini söyledi. Hücrelerin büyümesi, gelişimi, farklılaşmasında kilit öneme sahip testosteron, erkeklerde kadınlardakinin 20 katı miktarda.

25 Ocak 2008 Cuma

Güle güle Timofte


Kelimeler insanın ağzına öyle düğümleniyoki kaç kez yazıp çizdim hepsildim ama bişey yazılmıyo onu anladım gidenin ardından bişeyler söylemek o kadar zorki . hayat sen ne kahpe şeysin ona gelene kadar daha kimler vardı hiç yeri değildi böyle bırakıp gitmek olmazdı abi daha görülcek çok davalar vardı bu hayatta oturup konuşamadık işallah cennette samsunspor atkınla avukat cübbenle seni buluruz ...
" TERK ETMEDİ SEVDAN BİZİ "

23 Ocak 2008 Çarşamba

BİZ İKİMİZ İKİ KARDEŞ

Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Duracağız
Fotoğrafımızda durduğumuz gibi
Benim ellerimde kelepçe
Yüzümde yapay bir gülüş
(Kelepçeyi yadırgamanın gülüşü belki
İlk kez olduğu için
Sonra alıştım
Ve unuttum sonra kelepçeyi bileklerimde)
Senin yüzün
İçerde olmanın ve umudun arasında
Ve ilk yıllarında delikanlılığın
Gülüşü
Senin elinde sigara
O hiç sönmemiş gibi duran
hemen her fotoğrafında
Ankara Adliyesinde/İkinci Ağır Ceza Mahkemesinin kapısında
Ve biz
Gene duracağız bir gün
(Böyle istiyorum öldüğüm zaman
Eğer bir cesedim olursa taşınacak)
Tabutumun önünde
Biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Fotoğraflarımızın ardında ben
Sen önde
Yüzümüzden eksilmemiş olan gülüşümüzle
Ve bir gün geleceğiz biz, biz ikimiz
Kuytularında yurdumuzun
Gecelerinde
Yeni düşmüş yıldızlar gibi
Kentin kucağına ya da kıyılarına
Emeğin faizden ucuz olduğu canpazarına
Ya da vardiyasından dönen işçinin
Kuytu sokağına
Geleceğiz bir gün biz ikimiz
Ve biz geleceğiz bir gün, biz ikimiz
İki kardeş
Yanyana ve omuzomuza
Bileklerimizde
Kitaba ve düşünceye vurulu zincir
-le
Taşıdığımız
Kitabı, özgürlüğü ve umudu
Göklerinde
Alanlarında gibi yurdumuzun
Ilık nisan güneşini
İçerken yapraklar
Eriyen karın altından topraktan
İnce dal uçlarından ağaçların
Yürüyen kalabalığın içinden

Başladığımız Yerdeyiz


Başladığımız yerdeyiz
Katledilen usta gazeteci Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu, “Cinayetin çözüleceğine güvenimiz kalmadı. Bugün hâlâ başladığımız yerdeyiz” dedi24 Ocak 1993’te katledilen Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu, cinayetin 15’inci yılında ilk kez konuştu. Güldal Mumcu’nun milletvekili seçilerek, TBMM Başkanvekilliği görevine başlamasının ardından Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda sorumluluğu daha da artan Özge Mumcu, “Zamanında ‘Bir gider bin geliriz’ dendi. O ‘Binlerin’ oluşması için bu vakıf var” diye konuştu.Mumcu cinayetinin 15’inci yılına girmesine rağmen sürecin “hâlâ ilk günkü yerde” olduğunu söyleyen Mumcu, “Bu 15 yıl bizim için kolay geçmedi. Özlem hiçbir zaman bitmiyor” diye konuştu.


GÜVENLERİ KALMADI

“İnsanların bu yaşadıklarımıza verdiği tepkiler o kadar güzel ki. Sarılanlar, oğluna kızına ‘Uğur’, ‘Özge’ ismini verenler... Bir anda acısı olan iki taraf oluyorsunuz.. Uğur Mumcu cinayeti benim olduğu kadar Türkiye için de bir kırılma noktası. İnsanlar neden hâlâ anmaya geliyorlar? Bu cinayete karşı neden bu kadar büyük bir öfke oluştu... Hiç kimsenin bu cinayetin çözüleceğine ilişkin güveni kalmadı. Güvenimizi yaratacak bir hükümetin de geleceğini zannetmiyorum. Hâlâ başladığımız yerdeyiz.”Acı o kadar keskindi ki...İnsanın umudunun aydınlatılamadığı bir noktaya geldik. 30 yıldır namlular sizin aydınlarınıza, gazetecilerinize çevrilmiş. Muammer Aksoy öldürüldüğünde 9 yaşındaydım. Bir cinayet gerçeği ile karşılaştım. Sonra Bahriye Üçok öldürüldü. Ve ondan sonra da bu olayları biz yaşadık. Yani durmadan devam etti. 30-35 yıl boyunca kimlerin öldürüldüğüne bakarsanız, hepsinin bu ülkeyi daha iyi düzeye çıkarmak isteyen insanlar olduğunu, Türkiye’yi çok farklı bir noktaya taşımak isteyenler olduğunu göreceksiniz. Toplum olarak neden bu kadar bazı konularda zayıfız diye soruluyor... İşte bütün temel taşlarımızı birer birer yok etmişler. Büyük bir umutsuzluk yaşanıyor ama yaşanmaması lazım. Yapılacak çok şey var. Bundan sonra düşüncesinden dolayı kimse öldürülmezse, işte o zaman umut verecek. Bu kadar basit bir şeyi insanlar nasıl kabul edemiyor hâlâ anlamıyorum.


Geçen 15 yıl ve geçicek olan bir sürü yıl geri getirmeyecek bu ülke ne yazıkki böyle

21 Ocak 2008 Pazartesi

Gelecek Kaygısı

"Kaygı: Kötü bir sonuca varılacak korkusuyla duyulan üzüntü" diyor Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde, sözcük karşılığı olarak. Sıkıntı, endişe hali. Bazen birdenbire içimizi kaplayan bazen o an için bazen uzun zamanı kapsayan bir duygu hali. İnsan için doğal bir duygu durumu olsa da yaşamı yolunda giden, sorunsuz gibi bir yaşama düzeninde duyulan kaygı hiç de normal karşılanmayan ve tedaviye gereksinim duyulan bir iç hali insanın. Durduk yerde, hiç sebepsiz duyulan kaygı normal olmayan. Kaygı duymak için nedenler üretmek ve bu nedenleri gerçek sanarak endişe hali içinde yaşamak. Bunlar birer anomali elbette. Bu anormal halleri yaşamımıza neden olan koşullarımız da var. Sınav korkusu gibi, ya başarmazsam korkusu, endişesi. Bundan uzak kalmak mümkün mü? Değil elbette. Öğrencilik yaşamı içinden geçen herkes bu kaygıları, korkuları, umutsuzlukları yaşamıştır mutlaka; hele derslere iyi hazırlanılmadığı da biliniyorsa ... çok çalışıldığı halde de duyulur bu endişe, sıkıntı: Stres deniyor şimdilerde... insanın üzerinde hissettiği ciddi ve ağır baskı hali. Gençlerimiz ise bu gereksiz kaygı halini fazlasıyla yaşıyorlar eğitim yaşamları boyunca. Daha ilkokul sıralarında başlanıyor bu kaygı dolu hali yaşamaya çocuklar ve aileler. Ailelerin da kaygıları var çocukları için. Gelecekte onları daha kuvvetli, daha rahat yaşamalarını sağlamanın başarılı sınavlardan geçmek olduğu düşüncesi uzunca yıllardır belleklerimize ve yaşam gerçeğimize kazındı adeta. Çocuklar çocukluklarını yaşayamadan sınavlar, testler, dershaneler içinde koşturuyorlar; küçücük beyinleri gelecek kaygısı ile doluyor. Sınavları başarmak, iyi bir okul kazanmak sanki yaşamı kazanmak! Hadi lise öyle ya da böyle kazanılıyor, kazanılmazsa da başka olanaklar dahilinde tahsil yaşamı devam ediyor; ondan sonra ya? Bir de üniversite kabusu var ki, işte bu daha da beteri. Üniversiteyi kazanmak demek iyi bir iş sahibi olabilmek ve yaşamı kazanmak demek. "Bu sınavı kazanamazsan geleceğin bitti, sen bir hiçsin" noktasına varmak ve vardırmak genç insanı, ne kadar insanca, ne kadar hakça, ne kadar adil, ne kadar doğru? Düşünmek lazım. Çok düşünmek lazım. Çocuklarımıza iyi bir gelecek verelim derken onları kaygılarla yüklüyoruz. İç dünyalarını yaralıyoruz.Çok genç yaşta yorgun insanlar yetiştiriyoruz. Bunun ayırdındayız çoğumuz, isyanında. Ama bunu değiştirecek formüller üretemiyor, sistemde gereken değişiklikleri yapamıyoruz bir türlü; düzeltelim derken bozuyoruz yeniden yapmaya uğraşıyoruz, yine düzeltme yolunda adımlar atıyoruz ama kökten çözümler üretemiyor ve yaşama geçiremiyoruz. Olan bu gençlere oluyor ve kaç nesil böylece heba oldu, farkında mıyız? Yaşamı sadece testlerdeki sorulara doğru yanıt verme, kaç net çıkardım gibi söylemlerin ardına takma, bu gençleri ileride nasıl birer yetişkin yapacak düşünüyor muyuz? Psikolojik baskının her geçen gün daha da arttığı ülkemizde durum hiç de iç açıcı değil. Bütün bir geleceği birkaç saatlik sınavın ardına takmak? Yazık değil mi? Gelecek kaygısını daha küçücük yaşta aşıladığımız çocuklarımızın bir geleceği bu koşullarda nasıl olabilir? Sağlıklı, kendine güvenen, başarmaya odaklı, ama yaşamanın keyfini de sürmeyi bilen ve yaşamı anlamlandırmada kendince gelişim sağlayabilen yetişkinler olmaları bu sistem içinde, bu yarış içinde, bu kaygı yumağı içinde ne derece mümkün? Hiç kaygı duymamak, endişelenmemek olanaksız elbette. İnsan endişe duyar, kaygılanır, sıkıntı duyar, bunalır, gerilir. Bunlar doğal duygu halleridir ama yaşamı için kaygı duyarak, büyüyen, büyütülen çocuklarımız ve gençlerimiz nasıl bir yaşam sürdüreceklerdir? Sizce bu kurdukları gelecek ve yaşam içinde gerçekten sağlıklı birer yetişkin olup, kendilerini açımlayabilecek, geliştirebilecek ve yaşamlarına anlam katabilecek insanlar olabilecekler midir? Bütün bir yaşamı, sınav başarılarına, iyi bir üniversiteye kapağı atmaya bağlayan genç, mezun olduktan sonra mesleğini yapabilecek ve bu alanda uzmanlaşacağı bir ortam bulabilecek midir? İşsizler ordusu her geçen gün büyürken yeni mezunlar iş bulabilme kaygıları içinde kıvranmayacak mıdır? Üstelik bir de "çok para kazanma" olarak öğrendiği geleceği, yaşamayı becerebilecekler mi? Yaşamı sadece maddi zenginliğe bağlayan bunun yolunu da sanki üniversite sağlarmış gibi yanlış bir inancın ve koşullanmanın sonucunda yaşayan insan, ne kadar "geleceğini" kazanmış olacaktır acaba? Üniversiteyi bir meslek kazanma ortamı, geleceği kazanma ortamı olarak gördüğümüz sürece başarı gelmeyecektir elbette. Üniversite gerçek işlevini yapamadığı gibi sanki liseden sonra gidilmesi zorunlu bir meslek okulu gibi algılandıkça , ne bilim ne teknoloji ne sanat ne düşün alanında varlık göstermek mümkün olmayacaktır. Bu da gelişmemişliğin ilk koşuludur aslında. Üniversite bir meslek edinme yeri değil, bir bilim yuvasıdır ya da insanın merak ettiği konu üzerinde gönüllü olarak, isteyerek uzmanlaştığı yuvalardır. Ama ülkemizde ise Üniversite iyi bir meslek edinip, çok para kazanıp ya da geleceği kurtarmak için gidilecek son nokta olarak kabul görmekte ve bunun için gençler kıran kırana yarıştırılmaktadır. Yanlışlar yanlış üstüne. Kayıp nesillerle ilerlediğimiz yıllar içinde yeni kayıp nesilleri yetiştirmek üzere bir öğrenim yılını daha kapattık ve yenisi için yine "kaygılı" bir bekleyiş başladı haliyle .... Gelecek kaygısıyla yaşayan yetişkinler ve bu yetişkinlerin yetiştirdiği "gelecek kaygılı" gençler, hepinize iyi tatiller!

SİBEL ÖZTÜRK GÜNTÖRE

17 Ocak 2008 Perşembe

Fazıl Say'a küfreden Müslüman olsa...



Fazıl Say, ülkesi ile, ülke gündemi ile yakından takip ettiği gelişmeler ışığında içinde bulunduğumuz ya da içinde bulunacağımız durumu kendi bakış açısıyla değerlendirip, bu ülkeden gidebileceğini ima ederek büyük bir tartışma başlattı. Doğru ya da yanlış, yerli ya da yersiz, ne olursa olsun, bir sanatçının içinde yaşadığı toplumla ilgili endişelerini dile getirmesi gerekmektedir. Bir aydının susması ihanettir.
Bu sözlerin ardından özellikle AKP nezdinde İslamcılar ve AKP yandaşı medya tarafından ciddi şekilde eleştirildi Fazıl Say. Elbette ki eleştirilebilir. Söyledikleri kimi tarafından gereksiz bir hezeyan olarak algılanabilir. Kimse mutlak doğrunun Fazıl Say’ın dilinden döküldüğünü iddia etmiyor zaten.Ancak şöyle bir gariplik var. Oğlu ve kızı Amerika’da olan, hatta henüz geçtiğimiz aylarda torununun doğumu üzerine Amerika’ya yalancıktan resmi gezi düzenleyen ve bunun faturasını devlete ödetenler, özellikle kızının Amerika’da olmasının nedeni olarak Türkiye’nin özgür bir eğitim ortamına (yani türban özgürlüğüne) sahip olmamasını gösterenler, bugün Say’ın gitmeyi düşünüyorum sözünü eleştiremezler. Çünkü hali hazırda gitmişlerden, götürmüşlerden ana tema olarak zıt olsa da benzer bir kaygıyla, yaşam biçiminin baskı altında olması nedeniyle senin kızının gittiği gibi, birileri gitmeyi düşünüyor diye eleştirilemez.Ama bu iki yüzlülük çok tanıdık artık. Çünkü kendi kızını götürürken türban konusunda devlete kızgın olanlar, bugün iktidarda iken başka yaşamları tehdit etmekten hiç gocunmuyorlar. Özgürlük olarak sadece türban özgürlüğünü dillendirdikleri, Alevi vatandaşlarımızın özgürlüğünü hiçe saydıkları gibi.Demokratlık balına bandırdıkları ekmekleri misal, sadece seçim sandığından kendi isimlerinin çıkması üzerine kurulu olanlar, iktidarda iken kimselere sormadan Cumhurbaşkanı seçerken, ya da anayasa hazırlarken demokrattan öte diktatör gibi görünmektedirler. Koskoca ülke, koskoca medya da demokratlığı asker karşıtlığına indirgemiş, sanki ülkede tek bir anti-demokrat var, o da askermiş gibi, kendine demokrat ve kendine Müslüman olan iktidarı demokrasinin neferi ilan etme ikiyüzlülüğünü göstermiştir.İkiyüzlülükte sınır tanımayanlar, geçmişte” Avrupa Hıristiyan kulübüdür, bizi almazlar boşuna uğraşmayın” diyebilirken, bugün iktidarda iken en bir Avrupalı kendisi olabilmek, bunun da çağdaşlığının göstergesi olduğunu ifade edebilmektedir. Aynı ikiyüzlüler Anıtkabir’de saygı duruşunda, özel defteri imzalarken en bir Atatürk devrimlerinin bekçisi pozları atarken, herkesin malumu olan karşı devrimin temellerini atmaktadırlar.Ve en nihayetinde Türk aydını sesini soluğunu çıkaramamakta, ne idüğü belirsiz fonlardan nemalanmakta, iktidara yalanarak köşe kapmakta, karşı devrimin silahtarlığını yapmaktadır. Aradan Fazıl Say gibi birkaç çürük elma çıktığında da toplu bir linç, “sen kimsin lan?” hezeyanı dudaklardan dökülebilmektedir.İkiyüzlülüğün kitabını yazan en bir demokrat, en bir özgürlükçü, en bir çağdaş ve Atatürk takipçisi bu kitlenin Adnan Menderes anılarından, Turgut Özal babalarından, Necmettin Erbakan hocalarından çektiğimizin katbekat fazlasını çekeceğimizin farkına yaran çürük elmalara bin selam, karşı devrim hayali görenlere de lanet olsun!
fasulyeden

12 Ocak 2008 Cumartesi

Nereye kadar?



Atatürk'e sigara yasağı


Sigara yasaklarından Atatürk de nasibini aldı. Peki bu tarihe müdahale mi?

Sartre’dan Che Guevara’ya kadar pek çok ünlü sigara yasağından nasibini aldı. Fotoğraflar değiştirildi, sigaralar silindi. Türkiye’de ise bu konuda Atatürk tartışması başladı.


Yandaki fotoğraf Atatürk'ün çok bilinen fotoğraflarından biri. Parmaklarının arasındaki sigara, Kültür Bakanlığı'nın hazırladığı Atatürk albümüne, bilgisayar teknikleriyle silinmiş olarak yansıdı. Atatürk'ün sigarasının silinmesi "tarihe müdahale" tartışmalarını da beraberinde getirdi.. Peki fotoğraflardan sigaranın silinmesi tarihe müdahale sayılır mı? CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen: “Tarihe müdahaledir''

Atatürk’ün elinden sigarayı silmek bence tarihe müdahaledir. Şapka devrimini yaptığımızda fotoğraflardan fesi silmediğimiz gibi, sigara yasağı uygulandığı zaman da Atatürk’ün elinden sigarayı silmemeliyiz. “Atatürk sigara içmiyordu” diyebilir miyiz? Hayır. Tabii ki çocukları özendirmemek lazım. Ama çocukların da Atatürk’ü gördüğünde oradan sigarayı örnek alacaklarını düşünmek anlamsız bir şey.

Hido & Memo


Hido&Memo kapışıyor.NBA'de bu gece Hidayet Türkoğlu'lu Orlando Magic ile Mehmet Okur'lu Utah Jazz karşı karşıya geliyor. EnergySolutions Arena'da TSİ 04:00'te oynanacak mücadele NTV'den naklen yayınlanacak.

Ligin en iyi deplasman karnesine sahip olan konuk Magic'te maç öncesi eksik oyuncu bulunmazken, Utah'ta sakatlığı devam eden Andrei Kirilenko'nun durumunun belirsizliğini koruduğu belirtildi.İki takımın Orlando'daki ilk buluşmasından gülerek ayrılan taraf 113-94'lük skorla Utah Jazz olmuştu. Mehmet Okur, omuzundaki sakatlık nedeniyle o maçta forma giyemezken Hidayet'in 27 sayı, 6 ribauntluk katkısı galibiyet için yeterli olmamıştı.

11 Ocak 2008 Cuma

Kaplumbağalar da Uçar (Turtles Can Fly)



Kaplumbağalar da Uçar (Turtles Can Fly)
‘Sarhoş Atlar Zamanı’nın yönetmeni Bahman Ghobadi’den, ‘mayın tarlalarında büyüyen çocuklar’ üzerine etkileyici bir film.
- 52. San Sebastian Film Festivali’nde Altın İstiridye - En İyi Film ve En İyi Görüntü ödüllerinin yanı sıra Berlin Fim Festivali’nde de Barış Ödülü’nü kazanan ‘Kaplumbağalar da Uçar’, Saddam sonrası Irak’ta çekilen ilk film.

FİLMİN ÖYKÜSÜ
Hikaye, ABD’nin Irak’a müdahalesinin bütün dünyada tartışıldığı dönemde, Irak-Türkiye sınırında bir Kürt mülteci kampında geçiyor. Kampta yaşayan ve ailesini savaşta kaybetmiş olan 13 yaşındaki Satellite (Uydu) lakaplı Soran, ABD hayranı bir Kürt genci. Günlerini televizyon antenlerini tamir ederek ve üç beş kelime bildiği İngilizcesiyle uydu kanallarındaki savaş haberlerini köylülere tercüme ederek geçiren Satellite, ABD Başkanı George W. Bush’un Pentagon’dan yaptığı savaş demeçlerini; “Yarın yağmur yağacak” gibi cümlelerle aktarır.
Kamptaki çocukların hayranlığını kazanmış olan Satellite’in liderliğinde toplanan tehlikeli kara mayınları, burada yaşayan çocukların tek geçim kaynağı. Kampa yeni gelen 14 yaşındaki Agrin’e aşık olan Satellite, onun gözleri görmeyen küçük oğlu ve her iki kolunu da bir patlamada kaybetmiş abisinden oluşan ailesine yardım etmeye çalışır. Ancak acımasız koşulların içerisinde büyüyen Agrin’in tek isteği ölmektir.





YAPIM HAKKINDA
Bahman Ghobadi, Kaplumbağalar da Uçar’ı çekmeye Saddam’ın devrilişinden üç gün sonra “Songs Of My Motherland”in (Annemin Ülkesinin Şarkıları) gösterimi için gittiği Bağdat’ta karar verir. Süper güçlerin ağır silahlarını Irak’a göndermesine sembolik ama sanatsal bir karşılık vermek amacıyla Kaplumbağalar da Uçar’ı çeken Ghobadi, filmin tüm oyuncu kadrosunu amatör oyunculardan seçer.
Oyuncuların bulunması için uzun süren aramalarda yaklaşık 300 kişi Ghobadi’ye yardım etti. Ghobadi’nin “Çekim öncesi ordum” diye adlandırdığı ekip, Irak’taki tüm Kürt köylerini gezdi ve çocukların fotoğraflarını çekti. Baş rol oyuncularından Avaz Latif (Agrin), elektriği dahi olamayan bir köyde bulundu. Soran İbrahim (Satellite) ise çocukların içinde daha önce bir televizyon görmüş tek çocuk. Bahman Ghobadi, kendisine alışmaları için bir süre çocuklarla birlikte yaşadı ve çocuklarla dostluğunu pekiştirdikten sonra kamerasını çalıştırmaya başladı.
Film, Irak’ta da gösterime girdi. Filmin gösterime girdiği Halepçe ve Süleymaniye kentlerindeki sinema salonları, film ekibinin de yardımıyla yeniden inşa edildi.





FİLMİN ALDIĞI BAZI ÖDÜLLER:
Kaplumbağalar da Uçar, 2006 Oscar Ödülleri için İran tarafından “En İyi Yabancı Film” dalında aday adayı gösterildi.
* 52. San Sebastian Film Festivali “Altın İstiridye” Ödülü
* 52. San Sebastian Film Festivali En İyi Senaryo Jüri Özel Ödülü
* 55. Berlin Uluslararası Film Festivali Barış Ödülü
* 40. Chicago Film Festivali Gümüş Hugo (Jüri Özel Ödülü)
* 5.Tokyo Filmex Film Festivali Jüri Özel Ödülü
* 5.Tokyo Filmex Film Festivali “Agnès B. Ödülü”
* 28. Sao Paulo Uluslararası Film Festivali Seyirci Özel Ödülü
* Mexico City Uluslararası Çağdaş Film Festivali “La Pieze” Ödülü (2005)
* Mexico City Uluslararası Çağdaş Film Festivali Seyirci Ödülü (2005)
* 19. Fribourg Uluslararası Film Festivali Seyirci Ödülü
* 19. Fribourg Uluslararası Film Festivali “E-Changer” Ödülü



Filmin Künyesi
Yönetmen : Bahman Ghobadi
Senaryo : Bahman Ghobadi
Yapım : Bahman Ghobadi, Hamid Ghayami, H. Karimi
Müzik : Hüseyin Alizadeh
Görüntü Yönetmeni : Şehriyar Assadi
Kurgu : Mustafa Khergheh Poosh, Hayedeh Safiyari
Süre : 98’
Orijinal Dil : Farsça
Yapım : 2004, İran - Irak ortak yapımı















SİSLENEN


Gittikçe puslanıyor görüntü
sislenen bir aynaya dönüyor
yakın geçmiş de olsa artık
zor seçebiliyoruz birşeyleri
bulutlar çöküyor anılarımıza

Ama unutmuş değiliz yaşananı
buğulu bir düş gibi de olsa
duyumsuyoruz o kekre tadı
ve her anımsayışta irkiltiyor
o soluksuz bırakan küf kokusu

Soluk renklere bürünse de
suyun ve göğün görüntüsü
yaşanan duyurulacaktır mutlaka
anlatacaktır bir çocuğa bunları
göğsü paramparça edilen biri .

şiir: Ahmet Telli
foto: Gastigo Ramirez




Bursa Music Fest 2008


Bursa festivaline sahip çıkıyor!!Geleneksel hale gelmesini ve ileriki senelerde yurt dışından da grupların şehrimizde konser vermelerini sağlamak amacıyla düzenlenen festival 06.şubat.2008 tarihinde Atatürk Kapalı Spor Salonunda!!!


HAYKO CEPKİN

ÇİLEKEŞ

DEJA-VU

UYA

POST

EROICA

AZAZEL


bilet satış noktaları: High-Out, Siesta, Zeppelin Rock Cafe ve Bursa Leman Kültürde satılacak

Bilet Fiyatları : Ön Satış : 25 ytl - Kapı : 35 ytl.

ÇİKOLATAYA BAĞLI BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYAYIZ


Middlesex üniversitesinin çiftler üzerinde yaptığı araştırmaya göre, çikolata ağızda erirken alınan zevk, öpüşmenin verdiği zevkin tam dört katı. Ananova internet sitesindeki habere göre, çikolata kalp atışlarını iki katına çıkarıyor ve beyinde heyecan dalgası yaratıyor.
Middlesex üniversitesinden David Lewis, sonucun kendilerini şaşırttığını belirterek “Uyarıcı maddeler içerdiği için çikolatanın kalp atışlarını artırmasını bekliyorduk, ancak bu sürenin uzunluğu ve beyindeki güçlü etki şaşırtıcıyı” dedi.
Araştırmada, çikolatanın ağızda eridiği anda yarattığı etkiyi saptamak amacıyla, kalp ve beyindeki hareketleri izlemek için gönüllüler bazı cihazlara bağlandı.
AA'daki habere göre, araştırma sonucunda, çikolata yemenin beyni öpüşmeye göre daha aktif hale getirdiği, kalp atışlarının dakikada 60’tan 140’lara kadar çıktığı belirlendi.
H2

'TFF Başkanlığı'na aday olabilirim'


'TFF Başkanlığı'na aday olabilirim'

Levent Kızıl: 'Allah'a şükür kimseden bir eksiğim yok'

Bursaspor Kulübü eski başkanlarından Levent Kızıl, Haluk Ulusoy'un Futbol Federasyonu'nu iyi yönetemediğini belirterek, "İyi yönetseydi, buralara gelinmezdi" dedi.
Bursaspor Kulübü eski başkanlarından Levent Kızıl, bir televizyon kanalında 'Bizim Stadyum' programında önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Haluk Ulusoy'un federasyonu iyi yönetemediğini ifade eden Levent Kızıl, "İyi yönetseydi, şu duruma gelmezdi. Haluk Ulusoy, kendine göre daha tavizkar davrandı. Federasyonu, eskisi gibi iyi yönetemiyor. Ben 2000 ile 2004 arasındaki farkı gözeterek söylüyorum. Eskisi gibi yönetseydi, buralara gelinmezdi. Geçen seneden beri ortada birsıkıntı var. Çıkmış bir TFF kanunu var, ama federasyon bu kanunu uygulamıyor, sonra da mahkemelere düşüyor" diye konuştu.
"Futbol Federasyonu, yeni TFF kanunu çıktıktan sonra 3 Ocak tarihine kadar genel kurulu yapsaydı, hiçbir problem olmazdı" diyen Levent Kızıl, "Ortada muhalefet denen bir grup, bir de koltuğunu savunmaya çalışan bir Futbol Federasyonu var. Aslında federasyonun bu konudaki başarısını tebrik etmek lazım. Muhalefette tek seslilik yok. Federasyon, 3 Ocak'a kadar genel kurulu yapsaydı, hiçbir problem olmazdı. Kayyum da ortaya çıkmazdı. Kanuni bir şeyi tartışır hale geliyoruz. Kendi ülkemizi de FIFA'da tartışılır hale getiriyoruz. Federasyon ile hükümet arasında bir iletişimsizlik, soğukluk var. Haluk Ulusoy, bana göre genel kurulda güven oyu alamaz. Birçok kulübün çok ciddi vergi problemleri var. Türk futbolunun yüzlerce problemi var. Ama federasyon, kendini milli maçın sonuçlarına bağlı hissediyor. Her şeyinizi iyi yapacaksınız, maç sonu kötü bile olsa kimsenin umurunda olmaz. Sen bir tek milli takımın sonucuna göre kendini hazırlıyorsun. Bakın İngiltere, Avrupa Şampiyonası'na gidemedi,İngiltere Futbol Federasyonu'na bir eleştiri oluyor mu ? Türk milli takımı, yıllardır gidemedi. Bu teknik bir şey. Disiplin Kurulu ve Tahkim Kurulu'nun kararları adaletsiz. Sistem olmazsa bunlar düzelmez" diye konuştu.
Futbol Federasyonu başkanlığı için çıkacak adayın çok sağlam olması gerektiğini belirten Kızıl, "Başkan olmak ve götürebilmek çok önemli. Sayın Levent Bıçakcı 1.5 sene içinde gitti. Haluk Ulusoy'un kongrede seçilmesi başarıdır, seçildiği zaman dedi ki 'Futbol ailesini toplayacağım, bir araya geleceğiz, futbolun sorunlarını tartışacağız' dedi. Ama öyle bir toplantı olmadı. Geçen sene sayın başkanı, biz Kulüpler Birliği'ne çağırdık, ama gelmedi. Ama bu sene nasıl sıkışıyor. Siyasetten sıkıntınız varsa,siyasetçiyi biz çağırıyoruz" dedi.
Futbol Federasyonu başkanlığına aday olabileceğini belirten Kızıl, "Türk futbolu ciddi bir kaostan geçiyor. En fazla desteği kim alacaksa o adayın etrafında birleşmek ve etrafında güçlü bir yapı oluşturmak lazım. Türk futbolunun çok ciddi sorunları var, herkes federasyon başkanlığına aday olabilir, ancak aday olacak kişinin altına 50 tane İmza koyması lazım. Hiç kimseden Allah'a şükür bir eksiğim yok. İnsanlığımla, kulüp başkanlığımla, her şeyimle adayım, ama sadece benim istememle olmaz, delegelerin,insanların, kulüplerin, kamuoyunun sizi istemesi lazım. Seçilecek kişinin de aday profilinin çok sağlam olması ve maksimum derecede kamuoyundan destek görmesi lazım. Adayın güçlü, dirayetli bir aday olması lazım" ifadelerini kullandı.
Haluk Ulusoy ile görüşmediğini söyleyen Levent Kızıl, "Biz, Haluk Ulusoy'un mektebinde yetiştik. Bir karı koca düşünün, 20 yıl birlikteler sonra ayrılıyorlar, bizi de Haluk Ulusoy ile kader ayırdı diyebiliriz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Haluk Ulusoy ile görüşmüyorduk. Ama şimdi bir görsem, herhalde öpmem. Geçen maçta denk geldik, birbirimize bakmadık" diye konuştu.
Federasyon yönetiminin belirli bir prensibi olması, ayrımcılık yapmaması gerektiğini kaydeden Levent Kızıl, "Ben geçen sene Bursaspor'da başkanlık yaptım. Federasyon, 1 lira altyapı yardımı vermedi Bursaspor'a kasıtlı olarak. Normalde vermesi lazım. Bu paralar kimsenin babasının parası değil. Kulüplerin parası. Federasyonun genel kurula gitmesi için imza toplamam nedeniyle para verilmedi" dedi. Levent Kızıl, Haluk Ulusoy'un genel kurulda yeniden başkanlığa aday olabileceğini, bu konuda önünün açık olduğunu ve yeniden başkanlığa seçilebileceğini de belirtti.
İHA

10 Ocak 2008 Perşembe

Flamencopolis (2006)



1. TOMATITO & GEORGE BENSON: "LA VACILONA"
2. RAIMUNDO AMADOR & B.BKING: "BOLLERE"
3. CAMARON DE LA ISLA & THE ROYAL PHILARMONIC ORCHESTRA: "SOY GITANO"
4. KETAMA & CAETANO VELOSO: "KANELA Y MENTA"
5. PATITA NEGRA & OMARA PORTUONDO: "SON DE LA MADRUGA"
6. PACO DE LUCIA & GRUPO DOLORES: "DANZA RITUAL DEL FUEGO"
7. PATA NEGRA & MERCEDES SOSA: "COMPAÑERO DEL ALMA"
8. CAMARON DE LA ISLA & ANA BELEN: "AMOR DE CONUCO"
9. KETAMA & KHALED: "EL OASIS DE LOS DIOSES"
10. PACO DE LUCIA & JOHN MCLAUGHLIN & AL DIMEOLA: "CHIQUITO"
11. TOMATITO & MICHEL CAMILO: "SPAIN"
12. RAIMUNDO AMADOR & CAMARON DE LA ISLA: "VOLANDO VOY"
13. KETAMA & MICHEL CAMILO: "TU VOLVERAS"
14. RAIMUNDO AMADRO & ANDRES CALAMARO: "AY! QUE GUSTITO PA´ MIS OREJAS"
15. KETAMA & RAO KYAO: "DELIRIOS IBERICOS"
16. HOWIE B & MARINA HEREDIA & RAIMUNDO AMADOR: "AMKING LOVE ON YOUR SIDE

download link
http://rapidshare.com/files/80651596/Flamencopolis.rar.html]

Aristokratlar Halka Karşı







Futbolun İngilizlerin icadı olduğu söylense de, 'futbol' denince ilk akla gelen ülkedir Brezilya. Dünya kupalarını en fazla kazanan ve geleneksel olarak her dünya kupasında favoriler arasında gösterilen bu futbol ülkesinin en büyük rekabetini mercek altına alıyoruz;

Flamengo-Fluminense

1907, 1908 ve 1909 yıllarında da Eyalet ligi şampiyonluklarını kimselere bırakmaz. Bu ge-nel görünüm altında gerek Fluminense için, gerekse de Brezilya futbolu için büyük önem taşıyan gelişmelerin yaşanacağı 1911 yılına gelinir. Tam bu noktada Fluminense'ye bir müddet ara verip, Flamengo'ya bir göz atmamızda fayda var.

Kürekten futbola

19'uncu yüzyıl sonları ve 20'nci yüzyıl başlarında Brezilya'da en çok rağbet gören spor kürek sporuydu. Pek çok şehirde bu sporla ilgili kulüpler kurulmuştu. Bunlardan biri de 17 Kasım 1895 tarihinde Jose Agostinho Pereire da Cunha önderliğinde Rio de Janeiro kentinde kurulmuş olan Flamengo Rowing Club'dı. Yani Brezilya futbolunun en büyük rekabeti olarak kabul edilen Fla-Flu reka-betinin taraflarından Flamengo kulübü aslında bir futbol kulübü olarak değil, bir kürek kulübü olarak doğdu. Hatta kurulmasından itibaren kulüp, uzun süre futbolla hiç ilgilenmeden kürek sporundaki varlığını devam ettirdi.





30 şampiyonluğuna karşı, Flamengo'nun 28 şampiyonluğu bulunuyor. Eyalet liginde Flamengo son olarak 2004 yılında, Fluminense ise 2005 yılında şampiyonluk sevincini yaşadı. 1967 yılından bu yana düzenlenen Brezilya Ligi'nde ise Flamengo'nun daha fazla sayıda şampiyon olduğunu görüyoruz. Flamengo dört (1980, 1982, 1983, 1992) Fluminense ise bir (1984) kez şampiyonluk sevincini yaşadılar. Ayrıca uluslararası alanda Flamengo'nun müzesinde 1981 yılında kazandığı Libertadores Kupası (Güney Amerika Şampiyon Kulüpler Kupası) ve yine aynı yıl kazandığı Intercontinental Kupası (Kıtalararası Şampiyon Kulüpler Şampiyon-luğu) bulunuyor.

Biri halktan, biri elit

Büyük taraftar kitlelerine sahip bulunan bu iki kulübün, taraftar profillerinde kendine özgü özellikler bulunuyor. Fluminense kulübü kuruluşundan bu yana gerek ilk futbol kulübü unvanıyla, gerekse de kurucusunun yurt dışında öğrenim görmüş elit bir kişi olmasından dolayı hep üst sınıflar tarafından desteklendi. Flamengo ise daima alt tabakadaki insanların, dolayısıyla da halkın büyük bir kesiminin takımı görünümünde. Alex Bellos'un kaleme aldığı 'Futebol' isimli kitapta Flamengo'nun bu kadar çok sevilmesinin çeşitli nedenleri olduğuna dikkat çekiliyor. Bellos'a göre; kulübün kurulduğu yıllarda açık arsalarda yaptığı antrenmanlar, 1940'lı yılların başlarında dönemin en ünlü siyahi yıldızları olan Leonidas, Zizinho gibi isimlerin Flamengo forması giymesi bu nedenlerin bazıları. Flamengo taraftarlarından 'Naçao Rubro-Negra' diye söz ediliyor. Bu sıfat 'Bordo-Siyah Millet' anlamına geliyor.
Krizden rekabet doğuyor

Şimdi tekrar Fluminense'ye dönüyoruz. Fluminense bir yıllık aradan sonra 1911 yılında, hem de tüm maçlarını galibiyetle tamamlayarak Rio de Janeiro Eyalet Ligi'nde sezonu şampiyon olarak bitirdi. Ancak bu şampiyonluğun hemen sonrasında, altı sezondur oynanan eyalet liginde beş şampiyonluk kazanarak rakipsizliğini herkese kanıtlayan Fluminense'nin içinde büyük bir kriz patlak verdi. Takımı kimin çalıştıracağı konusunda anlaşmazlığa düşen futbolcular arasından, Othon de Figueiredo Baena başta olmak üzere, tam dokuzu kulüpten ayrıldı ve Flamengo kulübüne katılarak 24 Aralık 1911 tarihinde bu kulübün futbol şubesini oluşturdu. Kulübün tam ismi Clube de Regatas do Flamengo olarak değiştirildi. Flamengo kelimesi güney Rio'da bulunan bir semtin adıdır. Flamengo kendisini kabul ettirmekte fazla gecikmedi ve 1914 ile 1915 yıllarında üst üste iki kez Rio de Janeiro Eyalet Ligi şampiyonluklarını kazandı.

Fla - Flu rekabetini kağıda dökmeye başlamadan önce, Brezilya futbolu ve ülkenin büyük kulüpleri hakkında biraz bilgi vermekte fayda var. Brezilya'da çeşitli eyalet ligleri bulunuyor ve futbol heyecanı bu eyalet liglerinde rüzgar gibi esiyor. Bunlar arasında da en büyük heyecan iki büyük eyaletin liginde yaşanıyor. Biri 'Campeonato Carioca' adıyla bilinen, tam adı ise 'Campeonato Estadual do Rio de Janeiro' olan Rio de Janeiro Eyalet Ligi, diğeri de 'Campeonato Paulista of Sao Paolo' ismiyle maruf Sao Paolo Eyalet Ligi. Her ne kadar 1967 yılından bu yana Eyalet liglerini üst sıralarda bitiren takımların katılımıyla oluşturulmuş bir Brezilya Ligi düzenleniyor olsa da, 1902 yılından bu yana oynanan Sao Paolo Eyalet Ligi ve 1906 yılından bu yana oynanan Rio de Janeiro Eyalet Ligi ülke futbolunun can damarları...

Brezilya'nın çok şampiyonu var

Şampiyonluk sayılarına bakarak Sao Paolo Eyalet Ligi ve Rio de Janeiro Eyalet Ligi'nin öne çıkan takımlarını kestirebilmek mümkün. Sao Paolo Eyalet Ligi'nde en fazla şampiyonluk kazanan ilk dört takımın sıralaması şöyle; Corinthians -25 şampiyonluk, Sao Paolo -21 şampiyonluk, Palmeiras - 21 şampiyonluk, Santos - 16 şampiyonluk. Sao Paolo Eyalet Ligi dört büyüklü bir yapı sergiliyor. Rio de Janeiro Eyalet Ligi'nde en fazla şampiyonluk kazanan ilk dört takım ise şöyle sıralanıyor: Fluminense - 30 şampiyonluk, Flamengo - 28 şampiyonluk, Vasco da Gama - 22 şampiyonluk, Botafogo - 18 şampiyonluk. Bu ligde de yine dengeli bir dağılım gözlerden kaçmıyor.

Seyirci sayıları dudak uçuklatıyor

Fluminense kadrosundan Flamengo'nun doğmasının ardından bu iki kulüp Rio'nun iki düşman kardeşleri oldu. Rekabette ilk maç 7 Temmuz 1912 tarihinde, sadece 800 seyircinin önünde oynandı ve Fluminense maçı 3-2 kazandı. Zamanla Flamengo-Fluminense maçları Brezilya'da seyirci rekorları kırmaya başladı. Öyle ki, 1963 yılında dünyanın en kalabalık seyircili maçlarından biri oynandı. 12 Aralık 1963 tarihinde oynanan ve 0-0 so-nuçlanan karşılaşmayı tam 194.603 biletli seyirci izledi.

Bellos'un kitabında, Brezilyalıların yaklaşık yüzde 15'inin Flamengo taraftarı olduğu, bir Flamengo formasının bir Brezilya formasına kıyasla daha gerçek Brezilyalı olma duygusu verdiği iddiasının varlığından bahsediliyor. Bunlara dayanarak Flamengo'ya kitlelerin takımı, Fluminense'ye ise aristokrasinin takımı tanımlamalarını yapmak doğru bir tanım olur.


Her ne kadar 1967 yılından beri eyalet liglerini üst sıralarda bitiren takımların katılımıyla oluşturulmuş bir Brezilya ligi düzenleniyor olsa da, 1902 yılından bu yana oynanan Sao Paolo Eyalet Ligi ve 1906 yılından bu yana oynanan Rio de Janeiro Eyalet Ligi ülke futbolununcan damarları...

Jose Maria Gutiérrez Hernández (saygılar)



Tam adı Jose Maria Gutiérrez Hernández. 31 Ekim 1976 tarihinde Madrid'de dünyaya gelmiştir.
1995-1996 sezonunda Jorge Valdano tarafından Real Madrid A takımına geçirilmiştir. Mevkisi ofansiv orta sahadır. Gole dönük oynar ve isabetli paslar vermesi en büyük özelliğidir. Özellikle sol ayağıyla yaptığı ortalar çok tehlikelidir. Hızlı hareket ettiği ve çevik olduğu için rakip takım tarafından genellikler faul ile durdurulur. Bu sayede Guti, Real Madrid'e kritik maçlarda önemli penaltılar kazandırmıştır.
2000-2001 sezonunda forvet oyuncusu olarak attığı gol sayısı olan 14'ün onun için çok önemli olduğunu söyleyen Guti, şimdi bu sayıyı forma numarası olarak kullanıyor.
Futbol dışında tenis ile de ilgilenen başarılı futbolcu, tam bir spor hastası. Fakat futbol dahil hiçbirşeyin, eşi ve çocuklarının önüne geçemeyeceğini söylüyor.
Guti dünyanın en şanssız oyuncularının başında gelmektedir.Real Madrid onun kadroda olduğu zamandan beri 3 kez Şampiyonlar Ligi finali oynamıştır.Ve Guti bu 3 finaldede forma giyememiştir.2'si sakatlık ve 1 tanesi ise kart cezası olduğundan dolayıdır.

İstatistikler

1995-1996 sezonunda 9 maç oynayıp 1 gol atmıştır.
1996-1997 sezonunda 14 maçta oynayıp gol atamamıştır
1997-1998'de 17 maç oynayıp 1 gol atmıştır.
1998-1999'da 28 maç oynayıp 1 gol atmıştır.
1999-2000'de yine 28 maç oynayıp 6 gol atmıştır.
2000-2001'de ilk kez forvet oyuncusu olarak tam 14 gol atmıştır.
2001-2002'de 29 maç oynayıp 4 gol atmıştır.
2002-2003'te 34 maçoynayıp 4 gol atmıştır.
2003-2004'te 26 maç oynayıp 2 gol atmıştır.
2004-2005'te 26 maç oynayıp hiç gol atamamıştır.

(Sadece ligle sınırlıdır.)

Başarıları

3 La Liga Şampiyonluğu : 1996-97 / 2000-01 / 2002-03
3 İspanya Süperkupası Şampiyonluğu : 1997 / 2001 / 2003
3 UEFA Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu : 1997-98 / 1999-2000 / 2001-02
1 UEFA Supercup Şampiyonluğu : 2002
2 Intercontinental Cups Şampiyonluğu : 1998 / 2002
1 Eurocup 21 Yaş Altı Şampiyonluğu : 1998
1 Eurocup 18 Yaş Altı Şampiyonluğu : 1995

wikipedia

Fifa uyardı


Dünya Futbolunun patronu FIFA, Türkiye'de Futbol Federasyonu ile kulüpler arasında yaşanan genel kurul tartışmasını ve bakanlığın federasyonla ilişkilerini takip ettiğini bildiren bir mektup gönderdi. Futbol camiasında yaşananları yakından tekip etmeye ve uyarmaya devam ediyor. FIFA Başkanı Sepp Blatter, bugün bir kez daha Haluk Ulusoy'a destek veren bir mektup gönderdi ve Türkiye'ye verilebilecek ağır cezaları ima ederek uyarılarda bulundu.Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Metehan Berktaş FIFA Başkanı Blatter'den bir mektup aldıklarını belirterek, Blatter'ın uyarılarını canlı yayında anlattı. Berktaş'ın ifadelerine göre, Dünya Futbolu'nun patronu ve Federasyonlara talimat verebilecek tek mercii olan FIFA Başkanı Blatter mektupta önemli konulara değindi:"SEÇİM İSTEYEN GEÇİCİ MADDE FIFA İLE TARTIŞILMALI""Sayın Başkan Haluk Ulusoy, değerli kardeşim" ifadesiyle başlayan mektupta, son günlerde yaşanan gelişmelere değinen Blatter, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu'na söylediklerini hatırlattı. Yeni yasa TBMM'den geçtiğinden beri Türkiye'yi yakından izlediklerini ifade eden ve 19 Aralık'ta Spor Bakanı Murat Başesgioğlu'na yazdığı mektupta açıkladığı gibi yeni yasanın FIFA'nın istediği pozitif değişiklikleri kapsadığını söyleyen Blatter, ardından önemli bir ifade kullandı. Blatter, 19 Aralık'ta Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu'na yazdığı mektupta yeni yasaya eklenen ve Futbol Federasyonu'nu 30 gün içinde seçime çağıran madde hakkında uyarıda bulunduğunu ifade ederek "Spor Bakanı'na söylediğim gibi geçici madde uygulanmadan önce mutlaka FIFA ve UEFA ile tartışılmalıdır." dedi. Blattter, TFF Başkanı Haluk Ulusoy'a bugün gönderdiği mektupta "Pozitif değişiklikler yapmak üzere bir an önce Genel Kurul'un toplanmasını ve TFF'nin kendi statüsünü FIFA standartlarına göre kendisinin oluşturmasını" istedi. FIFA Başkanı Sepp Blatter mektubunun sonunda, Türkiye'ye verilebilecek ihraç cezalarını akıllara getiren bir ifade ile "Türkiye'de futbolun önemini ve Türk futbolunun bugünkü pozisyonunu göz önünde turarak bu yol haritasının Türk futbolunun bağımsızlığını onaracağını ve TFF'nin FIFA statüleriyle tamamiyle uyumlu hale getireceğini düşünüyorum. Bu yol haritasında tam desteğinizi bekliyorum." dedi. Mektubu okuyan Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Metehan Berktaş, Blatter'in son cümlesiyle Türkiye'yi ciddi biçimde uyardığını, EURO 2008 finalleri ve Fenerbahçe ile Galatasaray'ın Avrupa Kupaları maçları öncesi verilebilecek ihraç cezalarını ima ettiğini söyledi. Berktaş, "TFF'nin FIFA statüleriyle tamamiyle uyumlu hale getireceğini düşünüyorum. Bu yol haritasında tam desteğinizi bekliyorum" diyen Blatter'in federasyonların tam bağımsızlığını kastettiğini, tüm dünyada federasyonların siyasetten bağımsız olduğunu da sözlerine ekledi. İHRAÇ TEHLİKESİ VARFutbol Federasyonu'nun yetkilerine el konularak kayyum atanması yine FIFA'nın özerkliğe müdahale edilen ülkelere yaptıklarını gündeme getirdi. Başta Yunanistan ve İran olmak üzere birçok ülke ihraçtan son anda ve FIFA'nın söylediklerini yaparak kurtulmuştu.Oyun kurallarına yönelik müdahaleleri engellemek, maçların ve resmi turnuvaların bütünlüğüne zarar verilmesinin önüne geçmek, yerel federasyonları tehdit unsuru oluşturacak yöntem ve işlemlerden korumak FIFA'nın, FIFA Başkanı Sepp Blatter'in, FIFA'nın ana statüsünün asla taviz vermediği bir ilke. Türkiye ise ısrarla FIFA'nın ana statüsü ile güvence altına aldığı futbolun özerkliğinin sınırlarını ihlal etme noktasına geliyor. Son olarak İstanbul Bakırköy 2.Sulh Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma ve kayyum atanmasına dair aldığı karar, Türkiye'yi bir kez daha zor duruma düşürdü. Siyasilerin Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy'u devirme girişimi olarak nitelendirilen son gelişme, Türkiye'ye sert yaptırımların gelmesine neden olacak. Tarih, bu tür siyasi baskıların FIFA tarafından cezalandırılmasını yazıyor. Dünya futbolunun patronu, Polonya hükümetinin futbol federasyonuna yeni başkan atanmasını kabul etmedi. FIFA, bu durumun, siyasi iradenin futbolun özerkliğine doğrudan müdahale anlamına geldiğini de vurgulayarak, seçime gidilmesine destek verebileceklerini belirtmişti.TÜRKİYE, İRAN GİBİ OLABİLİRFIFA'nın ulusal federasyonların özerkliğine ilişkin ilk tepkisi Polonya'ya olmadı. Daha önce, İran, Yunanistan, Azerbaycan, Kenya, Yunanistan ve Portekiz, bu konularda suçlu bulunmuş hatta, İran FIFA'dan ihraç edilmişti. İran'ın cezası daha sonra kaldırılmıştı. Yunanistan'ın Avrupa kupalarındaki takımları, ihraç edilmiş, hükümetin geri adım atmasıyla bu karardan vazgeçilmişti. Şimdi aynı müdahale, Türkiye için de geçerli. Fenerbahçe ve Galatasaray, Avrupa kupalarından ihraç edilebilir. Yaptırım bununla da sınırlı kalmaz. EURO 2008 DE TEHLİKEYE GİRERİsviçre-Avusturya ortaklığında Haziran ayında yapılacak 2008 Avrupa Şampiyonası da Türkiye için başlamadan bitebilir. Mahkeme sürecini siyasi baskı olarak kabul etmesi durumunda FIFA, Ay-Yıldızlı ekibimizi 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan çıkartabilir. Özerk federasyonlara müdahale edilmesini kabul edilemez olarak gören FIFA ve UEFA, sorunların federasyonların genel kurullarında çözülmesini istiyor. FIFA'da sabıkalıyız. Haluk Ulusoy-Hükümet çekişmesi, 2006 yılında yapılan seçimlerden önce ve sonrasında da devam etti. Dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in açıkça bayrak açtığı Ulusoy, Ocak ayında yapılan seçimde hükümetin desteğini arkasına alan Ayhan Bermek'i 102-99, yani üç oy farkla geride bırakıp, tekrar başkanlık koltuğuna oturmuştu. 2007 yılında Mali Genel Kurul'da ise yine seçime gidilmesi için yapılan girişim, sonuçsuz kalmıştı.

Keçi Boynuzu


Keçi boynuzunun faydaları: Bir çok insan tanıdım, alerjik nefes darlığı çeken.Bu insanlar yılın belli mevsimlerinde kortizon tedavisinden başka çare bulamayanlardı. Öksürük krizlerinin nedenli şiddetli olduğunu anlatıyorlardı. Keçiboynuzunu önerdiğim bu insanların çoğu daha hemen ertesi gün rahatlamaya başladıklarını anlatıyorlardı. Guatr rahatsızlığından dolayı nefes darlığı çekenler de olumlu sonuçlar aldıklarını belirtmişlerdir. Keçiboynuzunda bulunan bazı etkin maddeler aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. KEÇİBOYNUZU NEDİR? Anadolu'da bazı yörelerde harnup olarak da bilinir. Yeryüzünün en eski bitkilerinden olup anavatanı olarak Güney Anadolu, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, İspanya, Fas, Tunus, Cezayir, Filistin ve Libya olup memleketimizde, Antalya, Mersin, Silifke, Datça dolaylarında yaklaşık 1500 km2lik sahil şeridinde doğal olarak yetişmektedir. Keçiboynuzu, yetişmeye başladığı ilk 15 yıl meyve vermeyen bir bitkidir. Meyveleri ilk başlarda yeşil olup, olgunlaştıkça kahverengileşen ve tam olgunlaşınca parlak kahverengi renk alır. Keçiboynuzunun en büyük özelliği nefes darlığına karşı oldukça etkili olmasıdır. Keçiboynuzunun nefes darlığına karşı etkili olan etkin maddesi hemen hemen başka hiçbir bitkide bulunmamaktadır. Bu etkin madde aynı zamanda bazı alerjik astım rahatsızlıklarında öylesine etkilidir ki; derhal sonuç almak mümkün olabilmektedir. Ayrıca alerjinin neden olduğu nefes darlığı problemlerinde büyük bir başarıyla uygulanabilir . Keçiboynuzunun içerdiği gallik asit insan sağlığı üzerinde öylesine çok yönlü özellikleri olan bir maddedir ki, bu özelliklerinden bazıları aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Analgesic Ağrı kesici Antiallergenic Alerjiye karşı Antiasthmatic Astıma karşı Antibacterial Bakteri yok edici Antibronchitic Bronşite karşı Anticancer Kansere karşı Antihepatotoxic Karaciğeri toksinden arındırıcı Antioksidant Serbest radikalleri yok edici Immunostimulant Bağışıklık sistemini güçlendirici Antiviral Mikroplara karşı Antiseptic Antiseptik Cancer-preventive Kansere karşı koruyucu Antinitrosaminic Nitrozamin yok edici Bronchodilator Bronş genişletici Antipolio Çocuk felçine karşı Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi gallik asit çok yönlü bir maddedir. Bu maddenin belirtilen bu özelliklerini artıran ve takviye eden keçiboynuzunda bulunan promotor maddelerdir. Akciğer ödemine karşı keçiboynuzunun desteği bulunmaz bir imkan. Balgam söktürücü gücü ve astım a karşı olan tedavi edici gücü çok fazladır. Sigara içenler keçiboynuzuna başladıktan bir iki gün sonra nasıl balgam çıkardıklarını hayretle gözleyeceklerdir. Keçiboynuzu, insanlığın korkulu rüyası akciğer kanserini %90 oranında önleme gücüne sahiptir. Özellikle sigara içen insanlarda akciğer kanserine yakalanma riskinin ne kadar yüksek olduğu, bu konuyla ilgili hemen her klinik deneyde ortaya konmaktadır. Değerli okuyucu, bir insanın kendi kendine (sağlığı açısından) verebileceği en büyük zarar; sigara içmesidir. Unutmayınız ki, sigara içmek sadece akciğer kanserine yakalanma riskini artırmıyor, genel olarak insan sağlığını olumsuz etkileyen zararlı bir alışkanlıktır. Keçiboynuzu akciğer kanserini önleyen mükemmel bir meyvedir. Ancak, akciğer kanserine yakalanmış olanlar için tedavi etme gücü çok zayıftır. Ancak bir bitkinin hastalığı önleyici özelliği ile hastalığı tedavi etme özellikleri birbirlerinden farklı şeylerdir. İşte keçiboynuzunun akciğer kanserini tedavi etmekteki gücünü artırıcı farklı etkin maddeler içeren ikinci bir bitkiye ihtiyaç vardır. Bu ikinci takviye bitki kırmızı turptur. Keçiboynuzunda kolestrol bulunmaması ayrı bir avantajdır. Kaffein ve theobromine içermediği içinde tansiyon problemi olanların rahatlıkla kullanabilecekleri bir bitkidir. Fosfor ve kalsiyum bakımından zengindir. Bu nedenle osteoporoz rahatsızlığı olanlara kalsiyum ihtiyaçlarının karşılanmasında çok iyi bir destekleyicidir.

9 Ocak 2008 Çarşamba

Levent Yüksel



Levent Yüksel
1964-...
Müzisyen, şarkıcı ve bas gitarist. Sezen Aksu’nun yetiştirdiği yorumculardan biri olan Yüksel, aynı zamanda turkiye’nin en iyi bas gitaristlerinden biridir. Med-Cezir albümü Türk popunun en iyi albümlerindendir. Albümleri ve single’ları, farklı ses rengi, bas gitardaki büyük yeteneğiyle Türkiye’nin en başarılı sanatçılarından biri olan Yüksel’in 6 albümü bulunmaktadır. 21-ekim 1964’te antalya'da dünyaya geldi. Sanata olan ilgisi küçük yaşlarda ortaya çıkan Yüksel, beş yaşında keman çalmaya başlamıştı. Kemanı gitar gibi tutarak çalan ve ütü kablosundan kendine mikrofon yapan Yüksel, ileride müzisyen olacağının sinyallerini veriyordu böylelikle. İlkokul eğitimi için Özel Antalya İlkokulu’na kaydolan Levent Yüksel, mezuniyetinin ardından Antalya Hızırreis Ortaokulu’na devam etti. O dönemde bağlama çalmayı da öğrenen müzisyen, gitara tutku derecesinde bağlıydı. Halk önündeki ilk sınavlarını düğünlerde gitar çalarak veren Yüksel, lise döneminde profesyonel bir müzisyen olmak istediğine karar vermişti. Mezun olduktan sonra bu amaçla İstanbul’a taşınan ve İstanbul Devlet Konservatuarı kontrbas bölümünde öğrenim görmeye başlayan Yüksel, düğünlerde çalmaya devam ediyordu. Ayrıca ünlü vokallerle de çalışmaya başladığı o dönemde adını duyurmaya başlamıştı.
Askerlik sürecinde acemiliğini Denizli Çavuş Talimgah Taburu’nda yapan Yüksel’in dağıtımı Ankara Silahlı Kuvvetler Armoni Mızıkası Komutanlığı’na çıkmıştı.
17 ayın sonunda İstanbul'a döndüğünde bir gece kulübünün açılışı dolayısıyla kurulan dans müziği orkestrasında çalmaya başlayan müzisyen, Aşkın Arsunan, Ercan Esendağ, Ahmet Altuğ, Orhan Topçuoğlu, Fatih Erkoç ve Sertab Erener gibi önemli isimlerle çalışıyordu. İki sene bu grupta yer aldıktan sonra Sezen Aksu'yla tanışan Yüksel, ünlü şarkıcıyla nasıl tanıştıklarını şu şekilde anlatıyordu;
Bir gün Aykut Gürel beni aradı, "Sezen Aksu'nun çok acele sana ihtiyacı var... Yarın provaya gel." dedi. Saat 13.30 civarında Caddebostan Maksim gazinosunda Sezen'le tanıştım (tabii ki daha önce de tanıyordum) bana Harun'un (Kolçak) rahatsızlandığını bu yüzden basçı lazım olduğunu onun için de Aykut'u bulduklarını söyledi. O zamanlar cok meşhur olan bir parçayı Harun'la birlikte söylüyorlarmış, bu parçayı benimle birlikte söylemek istermiş,"Eğer becerebilirsem...?". Parça Aşkın Nur Yengi'nin ilk albümündeki "Geri Dönmek"miş. Parçanın melodisini biliyordum ancak sözlerini hatırlayamıyordum. (Sözleri halen ezberleyemiyorum).Gece geç vakitte yattığım için yataktan kalkıp provaya gitmiştim. Onno parçaya girdi, ardından Sezen ve benim parçaya gireceğim bölüme geliverdi. Ben sabah sabah bu ses benden çıkmaz dediysem de parçaya girmis bulundum. Surat ifadelerini görmenizi isterdim, acıklı acıklı Onno Sezen'e,Sezen de Onno'ya baktı. Ben israrla gece sesim yerine gelir diye parçayı katlediyordum. Akşam oldu, Sezen birlikte söyleyeceğimiz parçaya girdi. Ben heyecandan dizlerimin bağı çözülerek Sezen'in yanında duruyordum. Arkada Yonca Evcimik elinde kocaman yazılmış sözlerle bana bakıyordu. Ve nihayet bana sıra gelmişti...Ve ben.... Gerisini biliyorsunuz zaten....
Levent Yüksel ilk albümü için Sezen Aksu ve Uzay Heparı’yla çalışmaya başlamıştı. 6 aylık çalışma sürecinin ardından 21-mart 1993’te müzik marketlerde yerini alan Med-Cezir, Türk pop müziğinin ivme kazanmaya başladığı o dönemde büyük ilgi gördü. Albümden çıkan Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk, Tuana, Kadınım, Med Cezir ve Uçurtma Bayramları isimli şarkılar oldukça beğenildi ve müzikalite anlamında dönemini aşan bir albüm olarak değerlendirildi.
Sezen Aksu ve Sertab Erener’le sahne çalışmalarına devam eden Yüksel, o dönemde Erener’le dünya evine girdi. Ancak üst üste anneannesini ve Uzay Heparı’yı kaybeden Yüksel, bunlarla başa çıkamayarak beyninden virütik bir rahatsızlık geçirdi. Kendini müzik çalışmalarından soyutlayan Yüksel, uzun bir aradan sonra ilk kez Fahir Atakoğlu Açıkhava Konseri'nde hayranlarıyla buluştu.
Onno Tunç’la birlikte hazırladıkları ikinci stüdyo albümü "Levent Yüksel'in 2. Kaseti" 19-ocak 1996 tarihinde piyasaya sunulduktan 2 gün sonra, 21-ocak 1996’da Tunç’u da kaybeden Yüksel, büyük acısını konserlerle dindirmeye çalıştı. 14-temmuz 1997 tarihinde "Bi' Daha" single'ını çıkartan Yüksel, bu çalışmasıyla ulaşılması imkansız görünen bir satış rakamına ulaştı ve Bi’ Daha, büyük ilgi görüp, maçlara slogan ve televizyon programlarına isim oldu.
3-nisan 1998 tarihinde 3. albümü "Adı Menekşe"yi yayınlayan sanatçının bu albümde de prodüktörlüğünü Sezen Aksu yapmıştı, aranjörü ise Aşkın Arsunan'dı. Yüksel, bu albüm sonrasında Türkiye'nin dört bir yanında çeşitli konserler verdi ve turneye çıktı.
2000 yılında prodüktörlüğünü kendisinin yaptığı ve Sezen Aksu, Aysel Gürel, Bülent Ortaçgil, Mirkelam ve Ümit Sayın gibi çok önemli müzisyenlerle çalıştığı Aşkla isimli albümünü çıkaran Yüksel, yine oldukça başarılı bir çalışmaya imza atmıştı. Yüksel, 2004’te Uslanmadım ve 2006’da Kadın Şarkıları albümlerini yayınlamıştır.
Referanslar; İstanbulfm.com.tr, Tr.wikipedia.org, Diyadinnet.com
Tuana
Tuana, dallarına karlar yağıyor tuana
Ay, yüreğine ayaz vurur da
Sen üşürsün oralarda
Uyan, artık uyan
Uyan, artık uyan Kara gülüm zaman yok, kara gülüm
Mekan yok
Tut, asırlık umutlarla acılarla
Tut, bırakma peşini hayatın ateşini gel
Ah, akıp gider oyun akıp gider
Devam eder hayat
Ah, uyan da gel tuana
Yüreğim kan ağlıyor
Sana söz yine baharlar gelecek
Sana söz ışık sönmeyecek
Ölüm yok ki tuana uyan
Şimdi yaşanacak ...

Föntürkler


föntürkler.genelde, 8o' lerin sonundan 9o' larin basindan kicina kadar olan surecte dunyaya gelmis, bazi bazi tiki tabir edilen, uçurtma kafalılardir.bunlarin saclari her daim, kuaforden yeni cikmis gibi fönlü, jölelidir.kiyafetleri trend, gorunus itibariyle son derece bakimli ama belki iki haftada bir banyo yapiyordur. yanindan gecerken, insanin burnunun diregini sizlatan doldurma parfum kokusuna karismis ter kokusu adami bayiltir. manasiz ve histerik bi dikkat cekme cabasiyla dolar tasar bunyeleri bu amorflarin..genelde, agzinda sicak patates varmis gibi konusur bu zirzoplar, anlasilmaz ne dedikleri. kafasini kaldirima sürtüp kivilcim cikartmak istersin.*kafalar fönlü.. ama cepte dolmus icin 25 kurus eksiktir.

Amaru Dos Santos & Gastigo Ramirez

Recep İvedik


Recep İvedik; komedyen Şahan Gökbakar'ın canlandırdığı hayali bir karakterdir. TV8'deki Dikkat Şahan Çıkabilir programında ortaya çıkan Recep İvedik'i ilk Pencere Önünde Bira İçen Adam olarak tanıdık. Üst kat komşusu olan Halime ile yaşadıklarını konu alan olaylarla, Dikkat Şahan Çıkabilir'deki haberlere konu olan Recep İvedik kendi deyimiyle Agresif, kompleksli; ama özünde de kedi gibi uysal bir insandır. Bira içmeyi çok seven Recep İvedik, Kim 500 Bin İstemezki? adlı yarışma programına katılmış ve yarışma sonunda büyük ödül olan 500 Bin YTL'yi almaya hak kazanmış fakat paraya önem vermeyen biri olduğunu söyleyerek bu ödülü almaktan vazgeçmiş onun yerine yarışmanın sunucusuna Burdaki herkese benden bira ısmarla demiştir. Bu hareketiyle seyircilerin gönlünü fetheden Recep İvedik, en son NTV'deki Kime Diyorum Ben programında Asena'nın sevgilisi olduğu iddia edilen kişi olarak karşımıza çıkmıştır.
Mesleği 'Camın Önünde Oturmak' olan Recep İvedik, dağınık siyah saçları, dört aydan fazla giymediği turuncu gömleği, ağzındaki sigara izmariti ve omzundaki sigara külleriyle halkın gönlünü fetheden bir idol olma yolunda ilerliyor.
Son Filmi Recep İvedik Tatilde filmi 22 Şubat 2008'de vizyona girecektir.

Cenabet Takım


Cenabet Takım
Bu şehir öyle bir havaya,öyle bir yapıya sahip ki anlamak mümkün değil.Takım yıllardır süre gelen başarısızlıkların ardı arkası kesilmiyor nedeni başlıkta belirttiğim gibi Hepimiz Cenabetiz.
Son yıllarda özellikle yakın bir iki sezondur 3-2 deplasman mağlubiyetleri moda oldu bize hiç hesapsız yere,ve her seferinde takımın peşinden koşan taraftara acılı hasret şarkıları söyletmekten zevk alır halde birileri (sitem).Maç öncesi uğuruydu yer çekmeydi vs. birçok şey denendi şu tribünde yıllardır ama hiçbiri tutmadı tutmayacak biliyoruz ve bu konu üzerine her seferinde aynı noktaya varıyoruz sinir oluyoruz.
2007 kötüydü hem de beklenenden daha da kötü ha 2008 çok mu iyi başladı hayır tam tersi cenabet bir Bursaspor yılı daha kucaklarını sonuna kadar bizlere açtı.
Mutlu yıllar

Bursa,Tribün ve Bayanlar


Bursaspor'un yıllardır düzelmeyen başarı grafiğine rağmen, her sene tribünlerde artan bayan taraftar sayısı dikkat çekiyor. Forma, kaşkol ve bayraklarıyla tribünlere akın eden bayan taraftarlar, Bursaspor'un en büyük destekçileri arasında yer alıyor.
Turkcell Süper Lig'in ilk yarısını 19 puanla 14. sırada tamamlayan yeşil-beyazlı oyuncuları bayan taraftarlar bir an olsun bile yalnız bırakmıyor. Türkiye'de örnek olacak birçok projeye imza atan Bursaspor'un ateşli taraftar grupları ise bayan taraftarların tribünlere renk kattığını söylüyor. Forma, kaşkol ve bayrakları ile her hafta sonu Atatürk Stadı'ndaki yerlerini alan bayan taraftarlar, maç sonuna kadar bir an bile olsun desteklerini takımlarından ayırmıyor. Taraftar grupları ile birlikte hareket eden bazı bayan taraftarlar ise şarkı ve tezahüratlarla takımlarına olan bağlılıklarını gösteriyor. Bursaspor'un, şehri birleştiren ortak bir nokta olduğunu belirten Bursaspor'un bayan fanatikleri, "Oturduğumuz ve yaşadığımız şehrin takımını sevmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Bazen 'bayanlar futboldan ne anlar' diyorlar. Ancak biz her maç tribünlerdeki yerimizi alarak bayanlarından futbol aşığı olabileceğini gösteriyoruz. Bursaspor tüm Türkiye'nin aşık olduğu bir Anadolu takımı. Bu takımda birçok yenilikler yaşanmaya başladı. Bunlardan birisi de bizim tribünlerde bulunmamız. Sayımız ilerleyen günlerde giderek artacaktır. Biz Bursaspor'u çok seviyoruz. Bu takım için elimizde gelen ne varsa yapmaya hazırız" dedi. Bazı bayan taraftarlar ise kocalarıyla birlikte maçları seyrediyor. Bir bayan taraftar, "Eşime, 'beni bu akşam yemeğe götür' dedim. O da beni maça getirdi. Aslında ev stresinden kurtulmamız için uygun bir ortam. Eşim beni de Bursasporlu yaptı. Ben de artık koyu bir taraftar oldum" şeklinde konuştu. Bayan taraftarların yönetimden en büyük isteği ise bayan tuvaletlerinin artırılması.